Her zaman eleştirilirdik ama medyaya yönelik eleştiriler son yıllarda inanılmaz derecede arttı. Buna karşılık da güven azaldı. Zaten eleştirilerin büyük bölümü de güvenle, daha doğrusu güvensizlikle ilgili. Ne yazarsanız yazın, "Ne istedi de vermedi" ya da "Ne aldı ki bu yazı yazıldı" algısı oluştu toplumun büyük bir bölümünde. Bu durum, sektörümüz açısından oldukça üzücü bir durum gerçekten. Neredeyse haber yazmaya korkar hale geldik.
Bu algının oluşmasında suçumuz yok mu? Tabii ki var. Para ile haber yazan meslektaşlarımız yok mu? Var. Haberin ucunu gösterip para gelmesini bekleyen meslektaşlarımız yok mu? Tabii ki var. Tehdit, şantaj veya yağ çekme yöntemleriyle para kazanan, daha da kötüsü gittiği yerde herkesten çok itibar gören, ancak arkasını dönünce her türlü sinkaf ve hakarete uğrayan sözde gazeteciler ne yazık ki artık her yanımızda. Peki bunun suçlusu kim? Yine toplum ve bu şehrin veya ülkenin ileri gelenleridir tabii ki.
Herkes her yerde "Medyayı artık bir düzeltin. Bu tipleri aranızda barındırmayın" diye tavsiyelerde ve ricalarda bulunuyor bana. Ben beğenmediğim, sevmediğim gazetecilere zaten mesafe koyuyorum. Bu kadarını yapabilirim. Onları dövecek ya da sektörden men edecek halim de gücüm de yok.
Bu tip gazetecileri yaşatmak ya da yaşatmamak az önce de söylediğim gibi tamamen toplumun elinde. Eğer siz şantajcı, tehditçi ve fırsatçı gazetecilere, kaçaklarım yıkılmasın, foyalarım ortaya çıkmasın diye kasanızı açarsanız, bu işi sadece meslek ilkeleri çerçevesinde yapan gazetecilere de sadece övgüler düzmekle yetinip, "O'ndan zarar gelmez" mantığı ile reklam verip yaşamalarını sağlamazsanız, meydan, zamanla bunlara kalır; bu işi ilkeleriyle yapanları da mumla ararsınız. Çünkü gazetecilik de bir sektör, hem de pahalı bir sektör.
Yani gider varsa bir gelir de olmalıdır. Aksi takdirde, en iyi gazete veya gazeteci dedikleriniz de eninde sonunda sektörün dışında kalmak zorundadır. Bu arada kendim için pozitif bir ayrımcılık beklentisi içinde değilim kesinlikle.
Samimiyetle söylüyorum ki şunun bilincindeyim: Kimse, kimseye destek olmak ya da gazeteleri, yani medyayı yaşatmak zorunda değildir. "Ben gazeteciyim beni yaşatın" anlayışına kesinlikle karşıyım. Hayatın doğal seleksiyonunda ayakta kalabilen kalır, kalamayan da gider. Kimseye de sitem edemez. Ama toplum da yarattığı kendi medyasına katlanır.
Şikayet etmeden. Ben bunun gayet bilincinde bir insanım. Bu sektörde faaliyet gösteren gazeteci ya da gazeteci olmayı seven arkadaşlarım da artık bu bilince ulaşsın. Sadece fikirlerimi ve tespitlerimi paylaşıyorum burada samimiyetle. Çünkü nereye gitsem bu konuda bir sürü eleştiri ve yakınma alıyorum. Meslekte en eskilerden olmanın verdiği bir sorumluluk yükleniyor demek ki bana.
En çok yakınılan konulardan biri de liyakat. Daha doğrusu liyakatsizlik. "Çorbacı, perdeci gazetecilik yapıyor. Türkçeyi bile bilmiyorlar. Ve sayıları her gün mantar gibi artıyor. Nasıl oluyor da herkes kolayca gazeteci oluyor?" Vallahi açık söylemek gerekirse bu durumdan ben de muzdarip olsam da bu sorunun çözümü de bende değil. Nasıl ki herkes doktor, eczacı, avukat olamıyorsa, herkes gazeteci de olamamalı bence.
Bu ülkede diplomasız veya sertifikasız bırakın eczaneyi, kuyumcu, çiçekçi ve emlakçı dükkanı bile açamazsınız. Yasalar, yönetmelikler buna izin vermez. Ama yarın herkes bir gazete açabilir, bir TV veya internet haber sitesi açabilir. Hiçbir yasal engel ve kısıtlama yok. Politikacıların ve meslek örgütlerimizin, adam gibi bir basın meslek yasası çıkarılması için ciddi mücadele vermesi gerekir.
Adam gibi bir yasa çıkarılsın ki, bu yasa çerçevesinde faaliyet gösterecek basın kuruluşlarına da devlet desteği sağlansın ve gerçek gazeteciler, birilerinin elinde oyuncak edilmesin. Bugün de belki Basın İlan Kurumu yerel basına destek sağlıyor gibi görünse de kazın ayağı hiç de öyle değil. Resmi ilan alabilmek için resmi ilan gelirinden fazla para harcıyorsa gazeteler, burada basına bir destekten söz edilemez.
Tabii ki devlet, yasa ile gazetecilik yapmanın kriterlerini belirlemeli. Gazetelerin fikirlerini ve yayın politikalarını ipotek altına almamalı. Devlet, yasayı, yönetmeliği koyacak; basının özgürce ve muhtaç olmadan çalışmasını sağlayacak. Olması gereken budur. Çünkü objektif ve ilkeli basın herkese bir gün lazım olacak.
Diyelim ki siyasiler, toplum, devlet birlik oldu ve basını düzelttik. Ya diğerlerini ne yapacağız? Tarafsız, objektif, liyakatli basın isteyen toplum diğer kurumları da temizlemek ister mi acaba? Mesela biz bu memlekette, yetim hakkı yiyen, çalan çırpan belediye başkanları gördük.
Üniversite mezunundan aşağısını kendisine sekreter yapmayan, ilkokul mezunu belediye başkanları gördük.
Biz bu memlekette her köşe başında alkol kontrolü yaptırıp binlerce ehliyete el koyduğu halde barlarda, diskoteklerde viski içip alkollü araba kullanan emniyet müdürleri gördük. Devletin makam arabasıyla otele kadın götüren kaymakamlar gördük.
Biz bu memlekette barda silah teşhir edip, meskun mahalde ateş eden savcılar gördük. Biz bu memlekette müvekkilini satan avukatlar gördük.
Öğrenciyi taciz eden öğretmenler, hatta imamlar gördük. Hastasına tecavüz eden doktorlar bile gördük. Gördük de gördük. Peki bunlar ne olacak?
Medyayı düzeltmek yetmiyor. Önce hepimizin kendini düzeltmesi gerekmez mi? Hem de en tepeden en aşağıya.